mistanbul

El Sanatlari



CİLT

Bu günkü anlamda kitap oluşumu balmumunun yazı yazılacak malzeme olarak kullanılması ile başlar. Balmumu zaman içinde iki farklı şekilde kullanılmıştır. Birincisi, tablet gibi kullanılan ağaç levhalar üzerine dökülen balmumu levhalardır (M.Ö.1.yy). İkincisi ise ağaç çerçevelerin içerisine dökülen ve her iki yüzeyinin de kullanıldığı balmumu levhalardır.
 
Bu çerçeveler birbirine deri şerit ve iplerle bağlanmışlardır. İslamiyet’in Arap yarımadasından çıkışı ile gelişmeye ve genişlemeye başlayan İslam medeniyeti, bu kültürün yayılabilmesi ve İslamiyet’in daha iyi öğrenilmesi gayesi ile, hem Kûr’an-ı Kerim’i hem de Kûr’an-ı Kerim’i açıklayan tefsirler yazılmıştır. Elbette ki bu yazılanların korunması büyük bir önem arz ediyordu.
 
İslam dönemine ait en eski yazma eser Mısır ve Tunus’ta bulunmuştur. Bu parşömen yazmalar Tolunoğlu dönemine ait olabilir (M.S. 868-905). Bu eserlerin kapaklarında da Kopt ciltlerine benzer süslemeler mevcuttur. Geometrik ve dairesel çizgilerin yanı sıra, yıldız motifleri, noktalar da kapaklar üzerindeki süslemelerdendir. Daha sonraki yıllar süslemede kullanılan desenlerin gelişimini sağlamıştır.
 
Geometrik desenlerin içerisine bitkisel kökenli motifler yerleştirilmiştir. Orta Asya’da Alfred von Lacog‘un Turfan şehri Karahoça’da yaptığı arkeolojik bir kazı çalışmasında bulduğu iki adet cilt kapağı ile ciltçilik tarihinde yeni tartışmalar başlamıştır. Yapılan incelemelerden sonra bu cilt parçalarının VII .yüzyıl Uygur Türkleri'ne ait olması gerektiğini belirtmiştir. Bulunan bu ciltler, Doğu Türkistan’da, Mani dinini kabul eden Uygur Türkleri'ne aittir. Doğu Asya, Çin üslubundaki tomarlar, alt üst tahta kapaklı ve üstten alta geçirilen sicimin tahtaların dışında düğümlenmesiyle elde edilen ciltler ve dikişli formaya geçirilmiş deri ciltlerdir.
 
Fatimiler ve Büyük Selçuklular'la birlikte cilt sanatı gelişmiş ve devam etmiştir. Anadolu Selçukluları, Memluklar, XV.yüzyıldan itibaren de İlhanlılar ve Karamanoğulları başta olmak üzere bu süreç Anadolu Beylikleriyle devam etmiştir. Ayrıca, buradan da Osmanlı cilt sanatına geçiş sağlanmıştır. XV. yüzyıl Memluk ciltçiliği ile Osmanlı Ciltçiliği arasında büyük benzerlikler vardır. Bu yüzyılda diğer bölgelerde Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular tarafından üretilen güzel ciltler bulunmaktadır. Türk-İslam ciltleri dört parçadan oluşur.
 
Kitabın başlangıç yönü olan sağ taraftaki kapak, sağ kapak (üst kapak), kitabın solundaki yani bitiş yönündeki kapak sol kapaktır(alt kapak). Sol kapağa, sertap ve miklep eklenir. Türk kitapçılık sanatları, birçok sanatları içinde barındıran bir çalışmalar bütünüdür.

MİNYATÜR

Kitap ressamlığı olarak da adlandırılan minyatür sanatı klasik Batılı resim sanatından farklı bir gelişim gösteren; ışık, gölge oyunları ve derinlik boyutunu önemsemeyen bir resim tarzıdır.
 
Genellikle tarih ve edebiyat ile ilgili kitaplarda rastlanan minyatür sanatı için istanbul en önemli merkez olmuş ve bu sanat her zaman saray tarafından desteklenmiştir.
 
Minyatür sanatı XVIII. yüzyıldaki Batılaşrna akımına dek önemli bir sanat olarak devam etmiş; klasik Batı resminin yaygınlaşmasıyla orjinalliğini ve önemini yitirmiştir. Bugün minyatürler sanat değerlen kadar belge değeri de taşımakta, bir çok müzede seçkin örnekleri sergilemektedir.


HAT


Yazıya estetik bir form kazandırılması ile oluşan hat sanatında istanbul her zaman önemli bir merkez olmuştur. Hat sanatı kitap yazılarında, duvarlara yazılan levhalarda, kubbe içlerinde, minarelerde, mezar taşlarında, çiniler de kullanılmıştır.
 
Bu sanatla uğraşanlara "hattat" ismi verilmektedir. Padişahların imzası olan ve resmi belgelerde kullanılan tuğralar ise hat ile uğraşan ve "tuğrakeş" denilen sanatçılar tarafından hazırlanmıştır. Bugün Hat sanatının seçkin örneklerini müzelerde ve çok sayıda mimari yapıda görebilmek mümkündür.
ÇİNİ

TÜRK ÇiNi SANATININ KISA TARiHÇESi
İlk müslüman Türk Devletini kuran Karahanlılar dönemine ait yapılarda görülmeye başlayan çini süsleme geleneği, Türk Çini Sanatının bin yılı aşkın bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları tarafından çini süslemeleri devam ettirilmiş, Selçuklular, egemenlikleri altına aldıkları yerlerde inşa ettikleri pek çok cami, medrese, kervansaray, saray, türbe ve benzeri eserleri çinilerle bezemişlerdir.
 
Anadolu Selçuklu Devletinin dağılmasından sonra, çini geleneğini sürdürme çabası, Anadolu’da kurulan Beyliklere düşmüş ve nihayet Osmanlı Devletinin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır. Beylikler devrine ait önemli eserler İstanbul‘da Çinili Köşk Müzesinde ve Berlin Devlet Müzesinde bulunmaktadır. “ilk Osmanlı Dönemi” olarak adlandırılan döneme ait çiniler, İznik Yeşil Cami minaresinde(1390), Bursa Yeşil Cami ve Türbesinde (1421), Bursa Muradiye Camiinde (1426), Edirne Muradiye Camiinde (1433), İstanbul Mahmut Paşa Türbesinde (1463), Çinili Köşk’te (1472), ve Edirne’de Şah Melek Paşa Camilerinde görülmektedir. Bunlar genellikle mozaik veya sırlı boya tekniği ile üretilmiş çinilerdir. Bu dönemlerde, lacivert, mavi, türkuvaz, siyah, sarı gibi renkler ve rumi, kufi yazı, geometrik şekiller ve bitkisel kökenli stilize edilmiş motifler kullanılmıştır. Takip eden dönem, bir geçiş dönemi olarak adlandırılabilir.
 
Fatih Devrinin Nakkaşbaşısı Baba Nakkas, kullanma seramiklerinin gelişiminde büyük rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında sınırları genişleyen devletiin diğer bölgelerinden İstanbul’a getirilen sanatçılar da bu sanata önemli katkılar sağlamıştır. İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi (1522), Şehzadeler Türbesi (1525), Haseki Medresesi (1539), Şehzade Mehmet Türbesi (1543), Topkapı’da Kara Ahmet Paşa Camii (1551), gibi mimari eserlerde kullanılan çiniler bu dönemin eserleridir. Sırlı boya tekniği ile üretilmiş olan bu çinilerde; Rumiler, bulutlar, hatai tarzında bitkisel kökenli motifler, fıstık yeşili, sarı, mavi, türkuvaz, lacivert ve kiremidi renkler kullanılmıştır. Sarı renk, üzerine altın varak yapıştırılmak üzere astar olarak düşünülmüştür. Bu dönemde gerek kalite ve gerekse desen üretiminde değişme ve gelişmeler olmuştur.
 
Türkler, mozaik ve kuru kenarlar tekniklerini terk etmiş, sır altı boya ve sır tekniğini geliştirmiştir. Bunun yanı sıra saray nakışhanesinde yeni motifler geliştirilmeye ve üretilmeye başlanmıştır. Önce İran’lı bir ressam olan ve Sahkulu diye anılan Veli Can, Saray Başnakkaşlığına getirilmiş ve Saz Yolu desenler üretmeye başlamıştır. İri yapraklarla beraber zümrüdü anka kuşlarını, güvercin ve papağanları, geyik ve tavşanları, horozları vs. hayvani motifleri çinilerde kullanmaya başlamıştır. Onu takiben öğrencisi ve saray nakkaşbaşı olan Karamemi de, selvi ve bahar ağaçlarını, asmaları, lale, gül, sümbül, Manisa lalesi, susen çiçeği, kantaron çiçeği, zambak, zerrin çiçeği, karanfil çiçeği ve bunların goncalarını süslemede pek az miktarda sadeleştirerek kullanmaya başlamış ve yeniden kullanılmaya başlanan, kırmızı, yaprak yeşili, mavi, lacivert, türkuvaz ve ağaç gövdelerindeki kahverenkleriyle İznik çinilerinde bir bahar devri yaşanmıştır. “Klasik Devir” denilen bu dönem, Silivrikapı’daki İbrahim Paşa Camiinin (1551) yapımı ile başlar. Bu gelişmenin bir diğer önemli nedeni de Mimar Sinan dönemi olması ve onun yaptığı pek çok yapıda çiniye büyük bir önem vermesidir. Nitekim, o dönemin eserlerini sıralamak bu önemin derecesini de gösterir.
 
Süleymaniye (1560), Sultanahmet’de Sokullu Mehmet Paşa (1571), Kasımpaşa’da Piyale Paşa (1573), Eminönü‘de Rüstempaşa (1560) Camileri, Topkapı Sarayında Altınyol panoları, III.Murat Kasrı, II. Selim ve III. Murat Türbeleri , Tophane’de Kılıçali Paşa (1580), Üsküdar’da Toptaşında Eski Valide (1583), Fatih, Çarşamba ve Karagümrük dolaylarındaki Mehmet Ağa, Ramazan Efendi, Edirne Selimiye Camileri ve İstanbul’da Topkapı‘daki Takkeci İbrahim Ağa ve Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’ın türbeleri dönemin en seçme çinileriyle süslenmiş anıtsal yapılardır. İnşaat faaliyetlerinin azalması, zamanın enflasyonu olarak tarif edilen akçenin değerinin düşürülmesi, İznik’de çıkan bir yangının üretim alanlarında yaptığı tahribat gibi nedenlerle, çininin kalitesinde ve desenlerde bazı zayıflamalar olmuş, teknik kalite düşüklükleriyle beraber renklerdeki solmalar ve zaman içinde başta kırmızı renk olmak üzere bazı renklerin kaybolmalarına rağmen üretim devam etmiştir. Sultan Ahmet Camii (1616), Topkapı Sarayında Bağdat ve Revan Köşkleri, Üsküdar’da Çinili Cami, Eminönü’de Hatice Turhan Sultan Türbesi (1682), yine Eminönü’de Yeni Cami (1663) bu dönemde yapılmış ve çinilerle bezenmiş başlıca yapıtlardır.
 
İznik’de bir taraftan duvar çiniciliği devam ederken, diğer taraftan da kullanma seramiği (evani türü) üretimi devam etmiştir. O dönemde İznik’de üretilmiş kullanma seramikleri açısından Türkiye’deki müzeler çok yetersiz kalmaktadır. Pek çok batı ülkesinde, hatta Amerika müzelerinde çok zengin Türk evani koleksiyonları bulunmaktadır. İznik üretim merkezi faaliyetini 17.yy. sonlarına doğru tamamen durdurmuş ve çinicilik Kütahya’ya kaymıştır. Lale Devri diye anılan dönemde, İznik çini sanatı yeniden canlandırılmaya çalışılsa da çabalar uzun ömürlü olamamıştır. Bu dönemde üretilmiş duvar çinileri arasında Silivrikapı, Kocamustafapaşa ekseni üzerindeki, Hekimoğlu Ali Paşa, Üsküdar’da Kaptan Paşa, Kandilli’de I.Mahmut Camiileri, Balat’ta Ferruh Kethüda Camileri, Ayasofya’da III. Ahmet Çeşmesi ve Eyüp Sultan’da bir çeşme yer almaktadır. II. Abdülhamit zamanında Almanya’dan getirilen makineler, malzeme ve ustalarla Yıldız Sarayı’nda kurulan fabrikada, porselen üretimi yanısıra tamir ihtiyaçları sağlanmaya çalışılmış, İkinci Meşrutiyetin ilanı ve padişahın tahttan indirilmesi ve savaş felaketleri nedeniyle çini üretimi tamamen durmuştur. Bugün, arkasında bilgi ve belge bırakmadan tamamen yok olan İznik Çini Sanatı geleneksel yöntemlerle aslına uygun olarak Anikya Iznik Çini tarafından yeniden üretilmektedir. Anikya özel tasarımlarıyla, tarihte duvar çinisi ve evani olarak kullanılan İznik çinilerine yeni kullanım alanları yaratarak Türk Çini Sanatına üçüncü bir boyut kazandırmakta ve İznik Çinilerini çağdaş yaşama yeniden kazandırmaktadır.

EBRU

Kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatı. Sözcüğün aslının "bulut gibi", "bulutumsu" anlamlarına gelen Farsça ebri'den ya da abru "su yüzü" sözcüğünden geldiği kabul edilir.
 
Ebrulu kağıttaki desenler gerçekten de yer yer bulutu andırır. Fransızlar bu desenlerin mermere benzeyen damarlarından ötürü ebru’ya papier marbre, İngilizler de marbled paper adını verirler. Araplar ise ebru yerine, damarlı kağıt anlamına gelen varakü'l-mücezza sözcüğünü kullanırlar.
 
Ebru sanatının önce nerede ortaya çıktığı kesin olarak belli olmamakla birlikte , ilk kez Çin'de,Türkistan'da ya da Hindistan'da yapıldığını ileri sürenler vardır. İran kaynakları ilk ebruyu Hindistan'daki İranlıların Mir Muhammed Tahir adlı bir İranlı sanatçının yaptığı ebrulu kağıtları Hindistan'dan İran'a gönderilmesiyle ülkede ebru sanatının yaygınlaştığını belirtmişlerdir.
 
Gene İran kaynaklarına göre ebru sanatı, İran'dan Anadoluya geçmiştir. XI. yüzyılın sonlarında Türkiye'ye gelen tüccarlar, diplomatlar ve seyyarlar bu sanatı Avrupa'ya taşımışlar ve adına "Türk Kağıdı" demişlerdir. İtalya, Almanya, Fransa ve İngiltere'de yaygın olarak kullanılmıştır. Osmanlı'da Ebru sanatı; İlk zamanlarda resmi devlet belgeleri ile çeşitli anlaşmaların yazıldığı, özellikle ince desenli kağıtların zemin olarak tercih edildiği bir kullanım alanı bulmuştur.
 
Böylelikle, belge üzerinde tahrifatın önlenmeye çalışılmasıdır ki, bu da tıpkı günümüzdeki bank-not ve çek defterlerindeki fon desenlerinin silinti girişimlerini belli etmesi mantığına uymaktadır. Daha sonra Ebru sanatı, İslam sanatları arasında önemli bir yer tutmuştur. Türkler, İslamiyete çok yüce bir iman ile bağlandılar. Her konuda olduğu gibi, sanatın da hemen tüm dallarında "İLAHİ" güzellikleri ifade etmeye çalışmışlardır. Mimaride, müzikte, süslemede hep mistik güzelliklerin arayışı içinde olduklarını görmekteyiz. O dönemde (XI.yy-XIXyy) birçok tekkeler usta-çırak yöntemi ile öğrenci yetiştiren "sanat atelyeleri" haline gelmiştir.

TEZHİP

Arapça tezhip; "altınlamak", "yaldızlama", "bezeme", yazma kitapların sayfalarına, hat levhalarına, murakkalara, hatta tuğraların üst taraflarına altın tozu ve boya ile yapılan her türlü bezeme. Sözcük yalnız altınla yapılanın dışında, toprak boyalarla yapılan bezemeler için de kullanılır.
 
Yalnız altınla yapılan tezhibe "halkari" denir. Tezhip yapan sanatçıya "müzehhib" tezhiplenmiş yapıta da "müzehheb" adı verilir. Padişahlara, vezirlere, devlet büyüklerine, tanınmış kişilere sunulan ya da özel kitaplar için hazırlanan her çeşit yazma kitap, özellikle şiir kitaplarını tezhiplemek eski bir uygulamadır. Ama tezhip en çok Kuran-ı Kerim'lerin ilk ve son sayfalarında, surelerin baş taraflarında kullanılmıştır. Bazen tezhiplenmiş başka kitaplarda satır aralarına, sayfa kenarlarıyla köşelerine, şiir kitaplarında mısra ya da beyit aralarına da tezhip yapılır.
 
Kuran-ı Kerim'de ayetleri ayırmak için nokta yerine geçen küçük yıldız ve çiçek biçimindeki örgeler de tezhiple yapılır. Bunların geometrik biçimli olanları mücevher nokta, altı köşelileri şeşhane nokta, beş yaprağı andıran beş köşelileri pençberg, üç köşelileri de seberg adıyla anılır. Kuran-ı Kerim okunurken durulacak ya da secde edilecek ayetleri belirtmek için, ayet hizalarına konan gül biçimli süs de tezhibin ana örgelerindendir. Bunun da vakıf, secde, hizib, aşir, sure ve cüz gülü gibi çeşitleri vardır. Tezhibin en önemli malzemesi boya ve altındır.
 
Eskiden pastel rengin çoğunlukta olduğu toprak boyalar kullanılırdı. Bugün genellikle hazır boyalardan yararlanılmaktadır. Altın boya ise, altın varak su içinde ezilerek ve jelatinle karıştırılarak hazırlanır. Uygulanacak desen tezhibin yapılacağı kağıdın üstüne silkme yoluyla aktarılır. Simetrik desenler, her kez dörtte biri olmak üzere dört defada kağıda geçirilip tezhip edilirSerbest desenlerin ise tümü bir defada işlenir. Boyama ve altınla bezeme işlemi bittikten sonra altınla yerler istenirse zer mühreyle parlatılır. Böyle tezhiplere pesend (beğenilmiş), desenin altının yanında boyayla da yapıldığı tezhiplere de boyalı halkar adı verilir. Altınlamanın bir çeşiti de zerefşan (altın serpme) adını taşır. Bu tür tezhipte altına batırılmış fırça elek teline sürtülerek altın zeminin üstüne püskürtülür.

TAŞ İŞLEMECİLİĞİ

istanbul'da taş işlemeciliği yapıların beden duvarı, cami, minare ve minberleri, kapı, sütun, çeşme, havuz ve mezar taşlarında sıklıkla kullanılmıştır. Taş işlemeciliği, estetik dışında mimarinin sağlamlık ve bütünlüğüne de katkıda bulunan bir unsurdur, işlemecilikte her cins kullanılmakla beraber mermer ve küfeki cinslerine daha çok ağırlık verilmiştir.

AHŞAP İŞLEME ve SEDEF

Esfei bir Türk sanatı olan ahşap oymacılığı sütun, kapı, pencere kapağı gibi mimari öğelerde ve Kur'an muhafazası, sandık, sehpa gibi eşyaların üretilmesinde farklı tekniklerde kullanılmıştır. XVII. yüzyıldan itibaren ahşap üzerinde bağa, fildişi, kemik, sedef aplike edilerek obje üretilmesi yaygınlaşmıştır. Sedef kakmacılığı özellikle saray mimari ve eşyasında sıklıkla kullanılmıştır.
 
Özellikle Topkapı Sarayı, Mihrimah Camii, Ayasojya Camii içinde yer alan Sultan III, Murad'm Türbesi, Beylerbeyi Camii ve Sultan Ahnıed Camn'nde sedef kakmacılığın eşsiz eserleri yer almıştır.

CAM İŞÇİLİĞİ

Cam ve cam eşyalarının tarihi, uygarlık tarihi kadar eskidir. Cam İslam mimarlığına "revzen" denilen alçı pencerelerle girmiş, kandil, bardak sürahi ve tabak gibi günlük eşyalarda geniş ölçüde kullanılmıştır. Cam işleri, XII. yüzyıl sonlarında "Memluk" ve "Eyyubi" dönemlerinde en parlak düzeye ulaşmıştır.
 
"Selçuklu" ve "Artuklu" dönemlerinde ise, “şemsiye” denilen bombeli camlar üretilmiştir. Selçuklulardaki cam işlerinin son derece gelişmiş olduğu-az sayıda da olsa-kalan örneklerden anlaşılmaktadır. Konya Beyşehir Gölü kıyısında I. Alaaddini Keykubat’ın yaptırdığı "Kubadabad Sarayı" kazılarında mavi, yeşil, kahverengi, mor, sarı renkli yuvarlak veya bombeli pencere camları, renkli kadehler, şişe ve tabaklar bulunmuştur. Bu örneklerden Selçukluların cam işlerini hem elde, hem de çarkta yaptıkları anlaşılmaktadır.
 
Oyma, kesme ve perdahlama teknikleriyle, camlara desen vermişlerdir. Osmanlılar döneminde ise, yeni usluplar geliştirilerek, cam işçiliği büyük ilerleme göstermiştir. İstanbul Bostancı Ocağı’nın bir kolu olarak Camcılar Ocağı kurulmuştur. Camcı esnafı Osmanlılar döneminde sağlam bir örgütlenmeye sahipti. "Camgeran" denilen camcı ve şişeci esnafının diğer loncalardaki gibi nazır, kethüda, nakib, çavuş, yiğitbaşı, duacı ve sahib-i karhane denilen atölyeleri olan ustaları vardı. Bunlar üretim kalitesini ve fiatları kontrol ederler, belli koşullara uymayan üretimler, nazır tarafından kırılarak işleyen ustalar cezalandırılırdı.
 
Cam takan, cam satan esnaf ise, doğrudan "mimarbaşıya" bağlı blunuyordu. Cam atölyeleri Eğrikapı’da "Tekfur Sarayı" çevresinde toplanmıştı. Bakırköy "Baruthane-i Amire” çevresinde ise, parlatma atölyeleri, camhane, güherçile kazan ve ocakları bulunuyordu. Kanuni Sutan Süleyman Han’ın "Rodos Seferi" sırasında, Osmanlılar camdan yapılmış humbaralar kullanmıştır. III. Murat Han’ın oğlu Şehsade Mehmet’in sünnet düğününü anlatan Surname-i Hümayun’daki minyatürlerde çeşitli sanat kollarını temsil eden loncaların Sultanahmet Meydanı’ndaki geçidinde camcı esnafına da yer verilmişti. Türk mimarlığında camın geniş uygulama alanı bulduğu revzenler, hem alçı, hem cam sanatı açısından büyük önem taşırlar.
 
Başta "Topkapı Sarayı" , "Süleymaniye" , "Mihrimah" , "Rüstem Paşa" ve "Sultan Ahmet" gibi büyük camilerde. XVIII. yüzyılda "Mehmet Dede" adında bir Mevlevi dervişi, İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerinde çalıştıktan sonra, İstanbul Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde ürettiği “Beykoz İşi" diye adlandırılan ve ışığa tutulduğu zaman kırmızı rengi yansıtan billur kase, sahan, bardak, kupa, şişe, laledan ve gülabdanlar büyük ün salmıştır. 1848’de Sutan Abdülmecit Han’ın emriyle Paşabahçe’de büyük bir atölye kurulmuştur.
 
Çubuklu’da da “çeşm-i bülbül” denilen cam eşyalar üretilmiştir. Çeşm-i bülbüller bir şerit cam, bir şerit seramik esaslı maddenin düşük sıcaklıktaki fırınlarda uzun süre bırakılarak kaynaştırılmasından elde edilmiştir. Geniş şeritleri, Türk zevkine uygun biçimleri ve kendine özgü özellikleriyle Avrupa’da üretilen benzerlerinden ayrılırlar.

GRAVÜR SANATI

Gravür Sanatı Nedir ?
Tanım :
 
Fransızca "Gravure" sözcüğünden alınan gravür, kazıma resim sanatı demektir. Ağaç, metal ve muşamba gibi çeşitli materyal üzerine kazınarak ya da taş üzerine yağlı kalem ile işlenerek ve baskı ile elde edilen resim ya da yazıya "gravür" adı verilmektedir.
Gravür sanatı, çinko, bakır, madeni veya tahta ya da linolyum (=muşamba) gibi plakalara kazıma tekniğini içerir ve kazınan resimlerin kağıda basılması ve çoğaltılmasıyla elde edilir.
 
Tarihçe :
 
Grafik sanatların bir kolu olan ve Osmanlıca’da “ hakk “ (=kazıma-kabartma) sözcüğü ile ifade edilen resim tekniğinin, XV. yüzyılda, Hollanda'da başladığı sanılıyor. Daha sonra diğer coğrafyalara yayılan bu sanat, Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa'da yapıla gelmiştir. İlk bilinen gravürler XV. yüzyılda Ren kıyılarında ağaç üzerine kazınarak yapılmış olan figürlerdir. XV. Yüzyılda Alman Albert Dürer, ağaç ve bakır üzerine yaptığı gravürlerle tanınır. İtalya'da Marca Antonio, maden üzerine çelik uçla kazıyarak yaptığı eserleriyle bilinir. Fransa'da gravür sanatının ilk temsilcisi Jean Duvet'tir. XVI. Yüzyılda Avrupa'da çok ünlü gravür sanatçıları yetişmiştir. Thomas Leu, Robert Monteuil, Andran'lar, Jean Pesne, Edelinck, Callot, Claude ve Brebiette bunlardandır. Ressam Rubens renkli gravürü ile tanınırken, Rembrandt, bakır üzerine yaptığı desenlerde büyük ifade gücüne ulaşmıştır.
 
XVIII. Yüzyılda gravür sanatı gelişmiş ve renkli ağaç baskılar dünya üzerinde görülmeye başlamıştır. Bu sanat Japonya'da da ileri gitmiş ve Avrupalı sanatçıları etkilemiştir. Türkiye'de II. Abdülhamit devrinde azınlıklar ve daha önceleri Avrupa ülkelerinin elçileri tarafından başlatılan gravür sanatı, saray çevresinde gelişmiştir. XVII. yüzyıl ve daha sonraları, özellikle İstanbul'u tasvir eden batılı elçi ve gezgin sanatçılar, çok sayıda renkli ve siyah-beyaz gravür çalışması yapmışlardır. Bu çalışmalar, Avrupa ve ABD kütüphanelerinde nadir eserler olarak korunmaktadır.
 
İstanbul, İzmir ve diğer büyük merkezleri gravürlerle tasvir eden belli başlı sanatçılar şunlardır:
 
Jean-Baptiste van Mour, Antoine Ignace Melling, Eugene Flandin, Thomas Allom, William Bartlett, Gaspare Fossati, Louis-François Cassas, Joseph Schranz, Germain-Fabius Brest, Amadeo Pireziosi ve CarI Gustaf Löwenhielm. İstanbul ve çevresinin tarihini, mimarisini, yaşayışını, hayatın pek çok detaylarıyla tasvir etmişlerdir.
İstanbul'da, azınlıklar, evlerindeki özel preslerle gravür baskıları yaparken, Türkler de bu sanata ilgi duymuş ve çeşitli baskılar gerçekleştirmişlerdir. Fakat, bunların yaptıkları baskılar konusunda belge mevcut değildir.
Bilinen ilk gravürler, Osman Hamdi Bey'in açtığı Güzel Sanatlar Akademisi’nde taş baskı yöntemiyle yapıldı. Yapılan bu gravürlerin en iyi örnekleri Ressam Hoca Ali Rıza'nın yaptığı çalışmalardır.
Cumhuriyet döneminde, 1937'de, Güzel Sanatlar Akademisi’nde açılan gravür atölyesinde, ilk Türk gravürcüleri yetiştirildi. Burada metal plakalar üzerine, iksilografi [Resim Basma] ve litografi [Yazı Basma] çalışmaları başlatıldı. Sabri Berkel özellikle gravür çalıştı. Daha sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Nevzat Akoral, Cemal Tollu Turgut Zaim ressamlar da gravür çalıştılar. Bunlar arasında sayılmayan ve gravür sanatında isim yapan sanatçılar ise Muzaffer Aslıer, Aliye Berger, Muammer Bakır, Gündüz Gölönü ve Mustafa Plevneli'dir.
 
Teknik :
 
Gravür, esas olarak iki teknikle yapılır :
Tahta üzerine kabartma gravür ve metal üzerine oyma gravür.
1- Tahta Üzerine Kabartma Gravürler:
a- Lifli tahta üzerine kazıma gravür tekniği
b- Uç tahta gravür tekniği
c- Tümsek gravür tekniği
d- Japon gravür tekniği
1- Metal Üzerine Oyma vb. Gravürler:
a- Kazı gravür tekniği
b- Kalburlama gravür tekniği
c- Kuru uç gravür tekniği
d- Siyah usul veya mezzo tinto tekniği
e- “Ofort” tekniği
f- “Acqutinta” teknikleri
g- Kalem tarzı gravür veya ruletli gravür tekniği
h- Yumuşak vernik tekniği
i- Bakır üzerine silme tekniği

indirim kodu - discount code

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol